Siyaset

Turkiye Turu Dugun Gelenekleri Plajlar Medya ik-eposta Web Sayfasi Yapilir Ankara Tanitim Evlilik Programlari Nostalji ve Anilar Ankara Havuzlar Ankara Tanitim 2 Fenerbahce  ilginc Oteller Burclar istanbul plajlar Otel ilesitim 2 Kpss Testler Kpss Testler 2 Gezici Rehber Gezici Rehber 2 Tuz Golu-Kaybolan Meslekler VOLKSWAGEN 1303 Antik Kentler ik Adresleri Alocular dikkat Memur Haber Firma ik Adresler Anadol STC Ana Sayfa Siyaset Ek Gelir Gezelim Gorelim Bodrum-izmir Antalya-Karisik iller Dini Sozluk 1 Dini Sozluk 2 Ozturkce  Firma listesi Turk Starlar Marka Hikayeleri Kangal  Cesitli Konular TROLEYBUS Gida Teroru Soykirimlar Yerli Araba iletisim Bilgilerim Twitter Takipci israil Boykot Teror Edebsizlik Derin Haber Yolsuzluk Aile  Askerlik-Sehitlik Hz Muhammed Cesitli konular e-bilet Asti Jigolo Servisi



Memuru Kendisiyle Karıştıran Başbakan

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yine emekçileri hedef aldı. Yaptığı konuşmada memurlara yapılan ücret zammına değinen Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: “Modern bir Türkiye’de yaşadığınızı söylüyorsunuz. Bak altınıza aldığınız arabalar, öyle evler var ki, öyle memur kardeşlerim var ki. Evinde bir bakıyorum hanımının altında bir araba, kendi altında bir araba, iki tane araba var. Bunların herhalde birçoğuna şahitsiniz. Ama daha önce böyle bir şey yoktu. Hatta ben kendilerine araba alacağına önce ev al tavsiyesi yapıyorum

Memurların çift maaşla bankalara uzun vadeli borçlandığını unutan Başbakanımızın, 2007 yılında 1 milyon 803 bin 854 TL ve 9 bin 890 Avro banka ve menkul değeri bulunurken, 2011 yılında mal varlığı tam 3 milyon 390 bin 384 TL, 25 bin Avro ve 199 bin 867 dolar oldu. Elbette bu sadece kayıtlı olan! Başbakan Kendi Niçin Almadı?

Okuyalım! Aydınlanalım! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olmadan önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken oğlu Ahmet Burak Erdoğan, 6 yıl önce Şişli’de yaya geçidinde karşıya geçmeye çalışan TRT İstanbul Radyosu sanatçısı Sevim Tanürek‘e çarptı. Sanatçı hastaneye kaldırıldı.

Sevim Tanürek (1934-1998)

Ahmet Burak Erdoğan, annesinin arabasını kullanıyordu. Trafik raporunda “dalgın olarak araç kullandığı” için kusur oranı sekizde üç (3/8) tespiti yapılmıştı. Savcı polisin raporuna dayanarak 3 aydan 20 aya kadar hapis istedi. Tanürek, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Bunun üzerine Ahmet Burak Erdoğan hakkında ek iddianame düzenlenerek “istenen ceza 2 yıldan 5 yıla kadar hapis” diye değişti. Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan araya girdi, ölen sanatçının eşi ve oğluna çok sıcak ilgi gösterdi. Mezar temin etti, hastane masraflarını karşıladı. Onlar da şikayetlerinden vazgeçtiler. Fakat dava sürdü. Mahkeme Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesi‘nden kazayla iligili rapor istedi. Bu dairenin başında makine mühendisi Eyüp Çakmak bulunuyordu. Sanık Erdoğan için tamamen kusursuz raporu düzenledi ve “sekizde sekiz (8/8) kusur ölen yaya Sevim Tanürek’tedir” dedi
 

Eyüp Çakmak

Sonra ne mi oldu? Aydınlatıcı son! Başkan’ın oğlu aklandı. Beraat etti. Tayyip Erdoğan Başbakan oldu, kusursuzdur raporu veren dairenin başkanı Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdür Yardımcılığı görevine atandı. Peki ne diyeceğiz? Tutulacak bir yanı var. O yanından tutacağız. 19 yaşındaki oğlu dikkatsizlik etmiş, kaza yapmış, ölüme neden olmuş. Belli ki baba Tayyip Erdoğan da derin üzüntülere düşmüş. Ölenin yakınlarının acısını paylaşmış, oğlunun ceza almaktan kurtulması için birçok babanın yapacağını o da yapmış. Oğluna kusursuz raporu veren makine mühendisini ödüllendirmek istemiş. Tamam da. Ödülün bedelini niçin halk şirketine yüklüyor. Adli Tıp mühendisini Tayyip Erdoğan kendi şirketleri olan Emniyet Gıda’nın ya da İhsan Gıdanın ya da Yeni Doğa’nın genel müdür yardımcılığına getirebilirdi. Niçin kendi şirketlerine değil de özelleştirme idaresine devredilmiş, beş yıldan beri muhtemelen 30-40 trilyon kıdem tazminatı ödeyerek 3 bine yakın çalışanını işten çıkarmış bir devlet şirketine? Bu adam becerikliyse! Bilgiliyse! Yetenekliyse! Niçin Tayyip Erdoğan bu adamı kendi şirketlerine müdür yapmıyor da özelleştirmeye devredilmiş devlet şirketine yerleştiriyor? Tayyip Erdoğan’ın bu “Sen bizi gördün biz de seni görelim” atamasından haberi yok mu? Habersiz mi atadılar! Nasıl yaparlar (Necati Doğru , 2004)
 

Bir insanı öldüren Belediye Başkanı oğluna ceza verilmezken,
Başbakanı karikatürlerde kedi olarak çizenlere nasıl cezalar yağdırılır?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iki oğlu Burak ve Bilal, Türkiye kamuoyunun gündemine ‘ölümlü trafik kazası’, ‘Ramsey’in sahibi Remzi Gür’ün verdiği burslar’, ‘askerlikten muafiyet için çürük raporu’ ve ‘gemicik’ gibi konularla geldi. Erdoğan, 2001’deki mal beyanındaki artışı büyük oğlu Burak Erdoğan’ın düğününde toplanan altınlarla açıklamıştı. Başbakan’ın oğullarının zaman zaman medya aracılığıyla gündeme gelen hayat hikâyesinden bazı kesitler şöyle:

Ahmet Burak Erdoğan: 1998’de, TRT İstanbul Radyosu ses sanatçılarından Ayşe Sevim Tanürek’e otomobiliyle çarpıp ölümüne neden olmuştu. Bu olayın hemen ardından Britanya’ya giderek Londra’da burslu olarak ekonomi eğitimi aldı. Çürük raporu alarak askerlik yapmadı. Babası Ülker Grubu ürünlerinin dağıtımını yapan şirketteki hisselerini 1.2 trilyon liraya satana kadar, şirket yönetimini Ahmet Burak Erdoğan sürdürdü. Daha sonra yüzde 50 ortağı olduğu MB Denizcilik adlı şirketi kurdu ve 95 metre uzunluğunda ‘Safran 1’ adında bir kuru yük gemisini aldı. 2001’de Rizeli Ketenci ailesinin kızı ve imam hatip lisesi’nden sınıf arkadaşı Sema Ketenci ile evlendi. Sema Ketenci Erdoğan, Atasay Kuyumculuk düğünde takılan altınlar tartışılan bir başka konu oldu. Çünkü Başbakan Erdoğan 2001’deki mal beyanında oğlu Burak’tan 220 bin ABD Doları ile 55 bin Alman Markı borç aldığını belirtti. Bu borcun kaynağı da düğünde takılan altınlar olarak gösterildi

İngiltere’de bursla okuyan Ahmet Burak Erdoğan, çürük raporu alarak askerlik yapmamış ve 4 yılda 2.5 milyon dolara babasının tabiriyle gemicik satın almıştı.
Necmettin Bilal Erdoğan: Başbakan’ın küçük oğlu. Harvard Üniversitesi’nde kamu yönetimi dalında master yaptı ve 2004 Haziran’ında mezun oldu. Dünya Bankası’nda staj yaptı ve Brookings Institute’de araştırma görevlisi olarak çalıştı. 10 Ağustos 2003 tarihinde 17 yaşındaki Reyyan Uzuner ile dillere destan bir düğünle evlendi. Düğünden sonra ABD’ye giden çift Maryland’da 261 bin 500 dolara ev, ağabeyi Ahmet Burak Erdoğan’la ortak olarak İstanbul İli Üsküdar İlçesi Kısıklı Mahallesi Avcı Kazım Sokağı’ndan 1 milyon dolara villa satın almıştı
 

Kapitalizmin merkezi ABD Dünya Bankası’nda işe başlayan Bilal Erdoğan, askerliğini bedelli olarak tamamladı ve ticarete atılarak çok kısa sürede  zengin oldu.

AHMET TANÜREK ANLATIYOR
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip’in oğlu, geçtiğimiz mayıs ayında bir trafik kazası yaptı ve ses sanatçısı Sevim Tanürek’e çarpıp ölümüne neden oldu. Allah kimsenin başına vermesin. İki aile için de üzücü bir olaydır. Kazadan sonra düzenlenen raporda Burak Erdoğan dalgın araç kullanmaktan, Sevim Tanürek ise duran araçların arasından yola çıkmaktan hatalı bulundular. Ölümlü bir trafik kazasından sonra, sürücü genelde tutuklanır. Tayyip’in oğlu tutuklanmadı. Savcı ifadesini aldı, salıverildi. Tanürek koma halinde hastaneye kaldırılmıştı. Birkaç gün sonra vefat etti, sanık yine tutuklanmadı! İlk duruşma İstanbul’da önceki gün yapıldı. Tayyip’in oğlu duruşmaya gelmedi. Avukatı mahkemede açıkladı: ‘‘Kendisi İngiltere’de, yabancı dil eğitimi görüyor. Bundan sonraki duruşmaya gelecek”.
Duruşmadan tutuklama kararı da çıkmadı. Tayyip’in oğlu trafik kazası yapmış, bir insan öldürmüş. Tutuklanmamış, üstelik İngiltere’ye gönderilmiş. Duruşmaya bile gelme zahmetine katlanmamış. Sevim Tanürek’in eşi Ahmet Tanürek’le konuştum. Tayyip’ten yanıt gelmiyordu, bakalım Ahmet Bey ne diyecekti. Anlattıkları bir ibret belgesiydi. Lütfen dikkatle okuyunuz ve şu olanları unutmayınız:
Tayyip’in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti. Yakalandığında polislere Tayyip’in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda ‘Siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz’ dediler. Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. Çocuğun ehliyeti yoktu. Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip’in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık. Hakime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde ‘Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz’ diye azar işittik. Olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. Buna bir yakınımız dahildir. Sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. Fakat işin rengi değişmişti. Başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık. Şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. Onlardan da şikayetçi olmadık! Kapımızda her gün belediye araçları durur, Tayyip’in adamları önümüze çıkardı. Tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 ricacı geldi. Tayyip belediye başkanıydı. O zaman anladık ki, karşımızda bir dev vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır. Biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik. Çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. Onlar çok güçlüydü.
(Emin Çölaşan)

Randejavu

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun Kürt sorunuyla ilgili bugün yaptığı görüşme bir saat sürdü. Kılıçdaroğlu, Başbakan’a beş sayfalık bir rapor sundu. Gazetelerdeki haberlere göre, rapor, Kürt sorunun çözümüne dair bir yol haritası içeriyor. Yol haritasına göre, Meclis içinde her partiden eşit sayıda milletvekilinin bulunduğu toplumsal mutabakat komisyonu ile parlamento dışından oluşturulacak akil adamlar komisyonu kurulacak ve koordineli çalışacaklar. Kılıçdaroğlu, çözüm önerilerinin herhangi bir dayatma içermediğini vurgulamış, bunun sadece bir yol haritası olduğunu ifade etmişti. Başbakan Erdoğan da bugün Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada ön koşul ve kabullerinin olmadığını söyleyerek uzlaşma zemininde görüşmelerin yapılmasını arzu ettiklerini açıklamıştı.

Siyasetin ne olduğunu anlamak isterseniz, çok kısa bir süre önce birbirlerine hakaretler saydıran siyasilerin nasıl bir araya geldiklerine bakmanız yeterlidir.
***
- Hoş geldin kaynak efendi.
- Hoş bulduk oynak bey.
- Geç otur şöyle lütfen. Sana cibiliyetsiz, yüz karası, seviyesiz, vizyonsuz, dik duramayan, çapsız, yeteneksiz, sığ ve iftiracı dediğim için kusura bakma n’oolur, miting atmosferi filan, malum.
- Rica ederim. Sen de sana ahlaksız, ikiyüzlü, zalim, omurgasız, gözü dönmüş, küstah, insanda biraz utanma olur, vicdansız, hayatımda bu kadar yalancı görmedim dediğime bakma lütfen, gönül koyma.
- Yok canım, siyasette küslük olmaz, sen bana din tüccarı, geri kafalı, ormanda mı yetiştin diye sorunca, ben de sana mecburen, sen ne diyorsun be, amatör şeyhülislam, fırıldaklığı bırak, kıvırmadan konuş, oy kullanmayı bile beceremedin, akşam ne yediğini hatırlıyor musun diye sormak zorunda kalmıştım, men dakka dukka hesabı. Ne ikram edebilirim?
- Orta kahve mümkünse. E tabii, sen bana, edepten adaptan uzaksın, bu tertemiz alnımı senin o lekeli dudaklarına sürdürmem, etrafa zehir saçıyorsun, ruh halin hastalıklı deyince, bana da, kul hakkı yiyenin alnı temiz olmaz, bunun elleri de temiz değil, yatacak yeri yok, kıvırma olur da 180 derecelik kıvırmayı bunda gördüm, tipik bi vaka, maskeni indireceğim demekten başka çare kalmamıştı haliyle. Bu kadar lafın üstüne, bi bardak da soğuk su rica edebilir miyim?
- İstersen psikolojik süt vereyim, sütlü kave olsun! Şaka şaka, suratını asma. Bak şimdiden söyleyeyim, havaya bakıcam, görüşmemiz olumlu karşılanmadıysa, salı günü sana giydiricem haberin olsun, dürüst ol dürüst, istismarcı falan diycem, aman diim darılma.
- Boşuna şark kurnazı demiyorum sana! Ben de iki tane konuşma hazırladım zaten salı derbisi için. Birinde umutlu olduğumu söyliycem, diğerinde umut simsarı olduğunu anlatıcam, duruma göre artık.
- Abi, arada sana da köstebek demiştim, kurban olayım kırılma, hakaret olarak şeyetme yani.
- Canın sağ olsun. Ahlak yoksunu, çirkin, müfteri, külliyen yalancı dememe cevap vermeyip, mevzuyu uzatmadığın için asıl ben sana teşekkür ederim kardeşim.
- Milleti de üzüyoruz bu halimizle.
- Halk da kahroluyor.
- Millet öfkeleniyor bizim yüzümüzden.
- Halk da dolduruşa geliyor.
- Benim milletim.
- Halkım.
- Toplum mu desek acaba?
- Onu öbürleri diyor.
- En güzeli Türkiyeli.
- O olabilir.
- Uzlaştığımıza göre, tamamız galiba. Ben benimkileri tembihledim, şahane şeyler konuştuğumuzu yazacaklar. Ama, sen de, hani sen seçildiğinde masaya çıkıp alkışlayan arkadaşın kulağını çek biraz.
- Merak etme, benimkiler seninkilerin tivit’lerini takip ediyor, ona göre pozisyon alacaklar. Ama, sen de şu gözlüklü şişko’yu uyar azıcık, yalakalık yapayım derken kantarın topuzunu kaçırıyor.
- E müsaade isteyelim yavaş yavaş.
- A-aaa, olur mu, oturuyorduk daha.
- Kalkalım kalkalım, anca gideriz.
- E peki madem, ama bak bunu saymayız ona göre, gene bekleriz.
- Eksik olmayın.
- Var olun.
- İyi ki varsınız.
- Buyrun çıkalım.
- Siz önden lütfen.
- Rica ederim.
- İstirham ederim.
- Allah aşkına.
- Ant verdim.
- Ölümü öp.
(Yılmaz Özdil, Haziran 2012)

Siyaset ve Ekonomi Küresel Güçlerin Pençesinde mi?

Ne yazık ki, Türk siyaseti, ekonomi ve teknolojisi gibi “müteharrik-i bizzat” (planlayarak, hesaplayarak, kendi gücüyle hareket eden) değil, “müteharrik-i bilvasıta“dır. Yani, Avrupa üflüyor, biz kendimizden sanarak oynuyoruz. Tam da bu durumla alâkalı olarak; beynelmilel mihraklar, yani ifsat, dinsizlik, ahlâksızlık komiteleri samimî, dürüst, hamiyetli, gayretli milyonların laboratuvara, ilme akmasını engellemek için yeni siyasî kulvarlar açarak, oyalamaca-boyalamaca zemini oluşturuyorlar. Müslümanların en büyük düşmanı cehalet, zaruret ve ihtilâf-ı efkârdır. Ne yazık ki siyaset, bu düşmanlara direnemiyor, bilâkis yardım ediyor! Şimdi bir düşünelim: Batı felsefesi, teknolojisi ve beynelmilel mihrakların dizayn ettiği bugünkü siyaset, nasıl bir siyasettir? Mü’min hangi tür siyasetten kaçınmalıdır?
» İdâre ve asâyişe (kamu düzenine) zarar veren siyasetten;
» Aklı dağıtıp mânevî bir divane, kalbi dağıtıp mânevî bir dinsiz, fikri dağıtıp mânevî bir ecnebî yapan siyasetten;
» Zulme sebebiyet veren tarafgir siyasetten;
» Deccalizmin güdümünde olan siyasetten;
» Dinde hissesi olmayan siyasîleri büyük vartalara atan siyasetten;
» Gaddar ve zalim propagandanın, aralarında hadsiz bir mesafe bulunan yalan ve doğruluğu birbirine karıştırdığı siyasetten;
» Menfaati esas tutan canavar siyasetten;
» Fikri hezeyanlaştıran siyasetten;
» Yalancı ve insanlığın maslahatına zıt olan siyasetten;
fikren de, fiilen de şeytandan kaçar gibi kaçmak gerekir. Bugünkü dünya siyaseti oyununu “Batı felsefesinin ürünü deccalizm!” kurgulamadı mı? Bir siyasetçi farzedelim tam takvalı da olsa, siyaset oyununu yukarıda bir kısmını naklettiğimiz kurallara göre oynamayacak mı? Günümüz siyasetiyle uğraşan dindarlar; siyaseti bugünkü kurallarıyla oynamıyor mu? Şimdiki siyaset şan, şöhret, yalan propaganda, faiz, israf, kimi zaman iftira ve yıpratma üzerine kurgulanmamış mı? Öyleyse, güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidinden, Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar tesbitini, derinlemesine yeniden düşünmeli değil mi?

(Ali Ferşadoğlu, 2012-05-31

Siyaset ve İbadet

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan, partisinin Konya il Başkanlığı’nın 4′üncü Olağan İl Kongresi’ne katıldı. Selçuklu Belediyesi Spor Salonu’ndaki kongrede sözlerine kuruluşundan bugüne kadar Konya AK Parti İl Başkanlığı çatısı altında faaliyette bulunan tüm teşkilat mensuplarına teşekkür ederek başlayan Başbakan Erdoğan, AK Parti’yi 14 Ağustos 2001 günü kurduklarını hatırlattı.



‘Biz bu yola Konya ile birlikte çıktık. Konya’nın ilhamıyla, Konya’nın hayır duasıyla çıktık” diyen Erdoğan, kürsünün önündeki kalabalığa dönerek, ”Kuzum senin dualarını da unutmuyorum” dedi. Konya’nın ariflerini, Konya’nın alimlerini rehber edindiklerini belirten Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

”Şems-i Tebrizi’nin, Sadrettin Konevi’nin, Tahir Büyükkörükçü hocamızı. Nasreddin Hoca’dan hiçbir zaman ayrı değiliz ki 24 saat beraberiz. Alaeddin Keykubat’ın, Sultan Kılıçarslan’ın elbette ki Hazreti Mevlana’nın rehberliğinde de bu yola çıktık. Allah rahmetiyle onları kuşatsın. Konya Selçuklu’dan miras aldığı yiğitliği, mertliği, hoşgörüyü, ilim ve irfanı hiçbir zaman terk etmedi. Konya alimleriyle, sultanlarıyla, kumandanlarıyla olduğu kadar şehitleriyle de her zaman bize örnek oldu. Bize rehberlik ettiği için Konya’ya şükran borçluyuz. Önümüzü aydınlattığı için biz Konya’ya minnet borçluyuz. Biz Konya’ya hizmeti ibadet telakki ettik. İnşallah son nefesimize kadar Konya’ya hizmet etmeye, Konya için hizmet üretmeye devam edeceğiz. Bugüne kadar Konya’yı hep birlikte büyüttük. Yine el ele omuz omuza Konya’yı büyütmeye devam edeceğiz.”
 

Eğitim Kanunu Tartışmaları, TBMM, 2012


Adalet Kalkınma Partisinindir


Futbolcu 0, Müftü 132


Hakan Şükür Mecliste Top Sektiriyor.
 
 TBMM‘nin resmi internet sitesine girin.
 Tek tek kontrol edin lütfen.
 Hakan Şükür.
 Futbolcu milletvekili.
 Kanun teklifi.
 Sıfır.
 Sözlü soru önergesi.
 Sıfır.
 Yazılı soru önergesi.
 Sıfır.
 Araştırma önergesi.
 Sıfır.
 Görüşme önergesi.
 Sıfır.
 Şu ana kadar üç tane siyasi demeci var. İlki, ben bilmem, büyüklerim bilir.
 Öbürü, beyefendiye sordum, beyefendi onay verdi.
 Sonuncusu, mahkemeye veririm

Eski Müftü Yeni CHP Milletvekili İhsan Özkes

İhsan Özkes.
Müftü milletvekili.
Kanun teklifi.
14 tane.
Genel sağlık sigortası, aile sigortası, emekli maaşları, yurtdışındaki vatandaşların sosyal hakları, terör mağdurları, doğal afet mağdurları, hayvan hakları için.
Sözlü soru önergesi.
29 tane.
Somali için toplanan yardımlar ne oldu? Van depremi için kaç para toplandı? Hes’leri kimlere verdiniz? Baz istasyonlarının insan sağlığına zararları nelerdir? 2002′den bu yana intihar eden öğretmen sayısı kaç? Canına kıyan işsiz sayısı ne? Beslenme yetersizliği nedeniyle kaç çocuğumuz hayatını kaybetti? Depremde çadır alanı olması gereken yerlere neden konut yapıldı? Diyanet İşleri’nin seyahat masrafları ne kadar?
Yazılı soru önergesi.
16 tane.
Kaç camiye haciz geldi?
Neden bazı törenler camilerde ilan ediliyor? Hac organizasyonları denetleniyor mu? Emeklilerin
maaş farkı ne olacak?
Araştırma önergesi.
73 tane.
Kadına şiddet, tutuklu gazeteciler, usulsüz telefon dinlemeleri, Alevilerin yaşadığı güçlükler, şehit ve gazi ailelerinin sorunları, çocuk işçiler, taşeron işçiler, kayıt dışı istihdam, Marmara Denizi’nin, Riva Deresi’nin, Kazdağları’nın, Tuz Gölü’nün, Çıldır Gölü’nün ve Tekirdağ sahillerinin çevre sorunları, nükleer santral, içme suyuna karışan kimyasal atıklar, orman yangınları, zihinsel engelli çocuklarımızın eğitimi, ataması yapılmayan öğretmenler, okullardaki tarikat örgütlenmesi, üniversite öğrencilerinin barınma sorunu, madde bağımlılığı, deprem önlemleri, emeklilerin, doktorların, taksicilerin, çiftçilerin, balıkçıların, muhtarların, arıcılık sektörü ve mermercilik sektörünün sorunları, belediyelerin harcamaları, faili meçhul cinayetler, işkence suçları, polisin kullandığı gaz bombalarının insan sağlığına etkileri, kayıt dışı içki üretimi, kırmızı et ithalatı, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, İstanbul’un trafik keşmekeşi, hipermarketlerin küçük esnafa zararı, futbol kulüplerinin ekonomik sorunları.
Futbolcu vekil: 0
Müftü vekil: 132
Neymiş demek ki.
“Ben sporcunun zeki,
çevik ve dindarını severim” demekle olmuyormuş.

(Yılmaz Özdil, Mart 2012)

 28 Şubat Kararlarını Erbakan İmzaladı mı?

Hataları inkâr ederseniz tekrarlarsınız. Tekrarlanmaması için bizden sonraki kuşaklara gerçekleri emanet etmekle mükellefiz. Rahmetli Necmettin Erbakan, 28 Şubat MGK‘sında alınan ve 18 maddeden oluşan 406 sayılı kararın altına imzasını koydu mu? Genel ifade ile Erbakan 28 Şubat kararlarını imzaladı mı? Cevap: Evet imzaladı. Hem de iki kere. Birincisi, MGK üyesi sıfatıyla bu kararların altına atılmış bir imzası var. Bu imza için sadece beş gün direnebildi. İkincisi ise Bakanlar Kurulu’nda başbakan sıfatıyla attığı imza. MGK kararları Anayasa’nın 118. maddesine göre (bu madde 2001′de değişti) hükümete gereği için bildiriliyor. Hükümet öncelikle bu kararları dikkate alıp Bakanlar Kurulu kararı haline getiriyor. MGK kararları 13 Mart 1997′de Bakanlar Kurulu’nda 38 dakika süre ile görüşülüyor ve tam bir mutabakatla Bakanlar Kurulu kararı haline geliyor.

Rahmetli Hoca’nın mirasını takip edenler, ısrarla onun 28 Şubat kararlarının altında imzası olmadığını iddia ediyor. Dönemin medyasında yer alan haberleri de, “28 Şubat medyası” diyerek kaale almıyorlar. Madem öyle Refah Partisi’nin yayın organı olan Millî Gazete’ye baksınlar. Meselâ, 14 Mart 1997 tarihli Milli Gazete‘nin Bakanlar Kurulu kararları için attığı “Her konuda tam mutabakat” manşetinin altındaki haberi okusunlar.


Niyetim Erbakan Hoca’nın mirasına saygısızlık etmek değil. Ama imzalamadı dediğimiz zaman bütün 28 Şubat’ı yeni baştan ve olan biten her şeyi yok sayarak yeniden yazmak gerekir. 28 Şubat günü MGK, tam 9,5 saat süren bir toplantı yaptı. Generallerin önlerindeki mavi klasörlerin içindeki gazete kupürleri, slayt gösterisi ile takip edildi. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’den, slaytlar arasında yarım başörtülü bir kadının resminin, irtica delili olarak gösterildiğini dinlemiştim.

Toplantı sonrasında yayımlanan bildiride yer alan ve hükümeti resmen tehdit eden yaptırım sözcüğüne Çiller itiraz etti. Sonuçta bu kelime de sonuç bildirisine girdi. Askerler hükümet kanadının direnmediğini görünce boşalan alanı hemen doldurdular. Erbakan Hoca durumu suhuletle çözme politikasını sürdürürken söylediği “MGK’da tam bir görüş birliği var” sözüne, Genelkurmay Genel Sekreterliği’nden kaba ve hakaretamiz bir karşılık geldi. “TSK Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyete ve onun temel ilkelerinin hayata geçirilmesine inananlar ve gönül verenlerle uyum içindedir. Bunların dışında hiçbir kimseyle uyum içinde değildir, olamaz da.”

Erbakan, 28 Şubat kararlarını göğüslemek için yeni bir taktik denedi. MGK kararlarını Meclis’e götüreceğini açıkladı. Muhalefet partileri başta olmak üzere gelen tepkiler üzerine bu savunma hattını da kaldırdı. Arkasından 28 Şubat medyası adına Sabah Gazetesi bu kararların tam metnini yayımlarak Erbakan Hoca’yı sıkıntılı bir duruma soktu. 18 maddelik kararların tamamı irtica üzerineydi. Üçüncü maddesi sekiz yıllık kesintisiz eğitimi getiriyordu. Başörtüsü yasağı bu kararlar içindeydi. Belki en kötüsü, YAŞ kararları ile ordudan atılan personelin belediyeler gibi diğer kamu kurumlarında istihdam edilmesine yasak getiren bir maddenin kararlar arasında yer almasıydı. Kararların gerekçesi ise “ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların laik, demokratik ve sosyal hukuk devletimize karşı tehdit oluşturduğu” ifadesi ile doğrudan Refah Partisi’ni ve seçmenlerini hedef alıyordu.

bakan Hoca 28 Şubat kararlarını iki defa imzaladı. Peki uyguladı mı? Hakkını teslim edelim: Uygulamadı. En önemli madde olan “sekiz yıllık kesintisiz eğitim” için yasa değişikliği gerekiyordu. Sonrasında kurulan Anasol-D hükümeti bile uzun süre ayak diredikten sonra bu yasayı ancak askerlerden sıkı bir fırça yedikten sonra çıkartabildi.

Acımasız Darbelerle Kolu Kanadı Kırılmış Erbakan !
Tarihte olanlardan doğru dersleri çıkartmak için her şeyi yerli yerine yerleştirelim: 28 Şubat, Refah Partisi’ne ve Erbakan Hoca’ya karşı yapılmadı. Onlar, büyük sermaye ile askerlerin gücü ele geçirme planlarının sadece bahanesi olarak kullanıldı. Ve tarihimizde mütedeyyin-muhafazakâr insanlar Erbakan’ın başbakan koltuğunda oturduğu bu dönemde inanılmaz baskı ve zulümlerle karşılaştı. (Mümtaz’er Türköne, Mart 2012)

Erbakan, 28 Şubat Gününü Göremedi !

 

Eski başbakanlardan ve Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, 27 Şubat 2011 tarihinde vefat etti. Cenazesi Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Vatan Caddesi üzerinden merkez efendi mezarlığına götürüldü. Yaptıklarının cezasını görmüş olsa gerek, cenazede üst düzey askerler de vardı.

Spor Yorumculuğu Yanında Milletvekilliği İşi

Galatasaray’ın efsane futbolcularından Milletvekili Hakan Şükür‘ün yorumcu olarak ekranlara geri dönmesi tartışmalara neden oldu. Lig TV’de yayınlanan Maraton programının yorumcularından Mustafa Denizli’nin İran’ın Persepolis takımının başına geçmesinden sonra onun yerine gelen isim Galatasaray’ın efsane futbolcusu Hakan Şükür oldu. Maraton programının sunucusu Şansal Büyüka, Hakan Şükür için ‘Henüz resmi bir şey yok, sadece konuk’ demesine rağmen, efsane futbolcuyla sezon sonuna kadar anlaşıldığı ve kendisine aylık 150 bin TL verileceği iddia edildi. Hakan Şükür, dün akşam Maraton’daki ilk programında “Sayın Başbakan ile görüştüm, kendisine durumu anlattım. O da bana ‘Sen futboldan gelme birisin, seni engelleyemem, hayırlı olsun’ dedi” açıklamasını yaptı. Milletvekili olmadan önce TRT’deki yorumculuk görevinden ayrılan ancak şimdi de Lig TV’ye çıkmaya başlayan Şükür’ün bu kararı tartışmalara neden oldu. İşte yazarların Hakan Şükür hakkındaki görüşleri.


Cengiz Semercioğlu – Hürriyet Gazetesi Kelebek Yazarı: Hakan Şükür, Maraton’a yorumcu olarak katıldı. Milletvekili olan hatta bir siyasi partiye üye olan birisi, gazetede köşe yazabilir mi, şike konusunda, küme düşme konusunda hükümetin çizgisi dışında bir şey söylemesi mümkün mü? Milletvekili sıfatını unutmadan yorum yapamayacak, bu da onun elini kolunu bağlayacak.
Mehmet Tezkan – Milliyet Gazetesi Yazarı: Hakan Şükür futbol yorumculuğunu daha önemli görerek milletvekilliğini önemsizleştirdi, ucuzlaştırdı.. Madem bu kadar meraklıydı, Meclis’te ne işi vardı.
Melih Aşık – Milliyet Gazetesi Yazarı: Bilindiği gibi Hakan, milletvekili seçilmeden önce yıllık 750 bin lira karşılığında TRT’de spor yorumculuğu yapıyordu. Milletvekili seçilince eleştiriler üzerine bu işi bırakmak zorunda kalmıştı. Şimdi ne değişti? Başka yorumcu mu kalmadı? Gibi sorular soruluyordu dün. Yaygın kanı teklifin Lig TV’den değil bizzat Hakan Şükür’den geldiği yolunda. Bu durumda Lig TV’nin teklifi kabul etmemek gibi bir şansı yok. Şaban’ın arkası güçlü mü güçlü.
Mustafa Mutlu – Vatan Gazetesi Yazarı: Hani; “Gülen Cemaati’ne dokunan yanar” diyoruz ya. Tersi de geçerli: Saygıda kusur etmeyen de doya doya yaşar! Bunun canlı örneği de Hakan Şükür’dür!
Yalçın Doğan – Hürriyet Gazetesi Yazarı: Acaba milletvekili olarak bu yorumculuk ne kadar mümkün, ne kadar doğru? Olsun, arkasında Fethullah, önünde Erdoğan, kim tutar seni Hakan, yürü ya Hakan.
(Milliyet, Ocak 2012)

Spor yorumculuğu için gece-gündüz maç izlemenin gerektiği ve yorumculuktan gelen paranın daha tatlı geleceği bir ortamda, sunuculuk görevi yanında ne kadar milletvekilliği yapılabilir ki?
Meclis, Hakan Şükür Kararını Verdi: Meclis bürokratları, AK Parti Milletvekili Hakan Şükür’ün TV yorumculuğunu Anayasa Komisyonu’na taşıdı. AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün televizyon da futbol yorumu yapması konusunda yaşanan tartışmaya son noktayı Anayasa Komisyonu koydu. Komisyon, ‘Hakan Şükür’ün yorumculuk yapmasında hukuki bir engel yoktur’ kararı verdi. Meclis bürokratları, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, “Ben den izin istemedi, etik bulmuyorum” açıklamasının ardından konuyu Anayasa Komisyonu’na taşımaya karar verdi. Anayasa Komisyonu daha önce üç milletvekiliyle ilgili benzer inceleme yapmış üçünde de milletvekillerinin Anayasa’yı ihlal etmediğine karar verilmişti
 

İHLAL BULAMADI: Anayasa Komisyonu’nun daha önce incelediği şikâyet dosyalarından biri eski Eczacılar Birliği Başkanı AK Parti Milletvekili Mehmet Domaç’la ilgili idi. Domaç’ın milletvekili olduğu dönemde Eczacılar Birliği’nin Araştırma Merkezi’ne başkanlık yapmaya devam etmesi ele alınmıştı. Komisyon, Domaç’ın “para almadan” gönüllü olarak bu işi yürüttüğünü ve kamu kurumunda çalışmadığını belirterek yapılan işin milletvekilliğiyle bağdaştığına karar vermiş ancak Domaç bu görevden ayrılmıştı. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “Konu bize gelirse inceleriz. Hakan Şükür’e iddialar sorulur. Milletvekilliğiyle bağdaşmayan iş olduğuna karar verilirse herhalde bir ikaz süreci yaşanır. Vekilliğin düşürülmesi söz konusu olursa bu Karma Komisyon’a gelir. Henüz bu süreçlerin hiçbiri başlamadı” dedi.

(Haber7, Mart 2012)


Soğan Başı Demirel ve Domuz Eti



DP genel başkan yardımcısı Cevat Önder 1977 seçimlerine iki gün kala, “Süleyman Demirel gözümün önünde domuz eti yedi” demiş. Bağımsız Konya milletvekili Oğuz Atalay’ın da “Siz değil AP’nin başı, soğan başı bile olamazsınız” dediği Demirel, 1966 yılında da muhafazakar Millet Partililerin “ramazan ayındaki bütçe görüşmelerinde puro içtiği” suçlamalarına maruz kalmış, Millet Partili milletvekilleri bir basın toplantısı yaparak Demirel’in içtiğini iddia ettikleri puronun plastik ağızlığını gazetecilere göstermiş. (Son Havadis, 4 Haziran 1977
Nezaket, Soğuk Duş ve Yalnızlık






Senin Hayranınım Sevgili Babacığım

ABD Senin Hayranın Sevgili Babacığım.
Eğer Sen Olmasan,
Türkiye Nasıl Yerinde Sayardı O Zaman?

Meyve Sulu Konuşma


Fiskos Meclisi


Demirel Ecevit Müsabakası


Öpücüklere Boğulan Erdal İnönü


Siyaset Korsanlığı




Başı bağlı okumak isteyen, Suudi Arabistan’a gitsin!” (Demirel – 2006)
Benim Hanım da İşini İyi Bilir


Bir dönem “Bu kadar az maaşla memur nasıl geçinecek?” sorusuna Turgut Özal aynen şöyle cevap vermişti: Benim Memurum İşini Bilir!

Türkiye İçin Refahın Sonu, 1999



Siyasilerin Günlük Halleri

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Gabon Sahilinde Bir Yerliyle Sohbet Ederken

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Markette Telefon Görüşmesi Yaparken


Kahvehanede Oyun İzleyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan Mecliste Terör Estirirken


Şehitler İçin Dua Eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli

Bizim Siyasetçiler Dansöz Gibi


Konya Milletvekilleri Dansözlü Eğlencede

Aşamalar


Allah Rızası İçin Vekilime Bir Sadaka!

Heyyt ulen! Benim vekilime laf söyleyecek adamın harçlığını alır, bordrosunu yırtar, kuru ekmeğini köpeklere yediririm. Siz var ya siz vekilimin ne halde olduğunu bilmiyorsunuz. Milyarlarca para alıyorlar diye zengin mi sandınız vekilimi.
- İyi ama abi, bizim maaşlar onlarınınkinin yanında cep harçlığı. Bize gelince yok da onlara gelince neden bol kepçe?
- Sus ulen, sus! Cebimin astarını çıkarttırma. Adamlar vekil.
- İyi ya biz de asılız!
- Bak uzatma dedim. Adamlar şereflice yaşamak için çok alması gerekir.
- Biz şerefsizce mi yaşayacağız?
- Hala konuşuyor şu utanmaza bak yahu. Siz Allah’ınıza şükredeceksiniz.
- Onlar da devlet babaya mı şükredecekler.
- Yahu siz ne laf anlamaz adamlarsınız. Adamlar bir aydır et yiyememiş. Çocukları bir deri bir kemik bir de yağ fıçısı. Yazık değil mi çocuklarına hadi obeziteye yakalanırlarsa. Hadi audilerine, bemeve’lerine, mercedeslerine, porşelerine kasko yaptıramazlarsa, hadi Kemer’de, Bodrum’da sosyete plajlarına giremezlerse. Hiç düşündün mü bu kötü senaryoları. Bak hala bıt bıt konuşuyorsun. Biraz anlayışlı olun be kardeşim.
- Hımm.
- Ya hımm. Öyle salak salak yüzüme bakarsın. Adamlar senin vekilin be! Adam vekilini yıpratır mı? Bak adamı yıpratırsan gazetelerde utanarak, sıkılarak demeç verir, manşette yer alır hatta yakında “vekilleri koruma ve kollama derneği” kurulursa bunun da müsebbibi sizsiniz.
- Yaaa!
- Yaa tabi. Ne sandın koçum. Hem seçimlerde adamlar kahvelerde, kafelerde, yokuşlarda, inişlerde her yerde yanınıza geldi. Hatta yanında bir de küçük dağları ben dizayn ettim diyen birisi vardı. Niye o zaman derdinizi dillendirmediniz de, bugün kalkmışınız adamları yerin dibine sokuyorsunuz. Madem o kadar eleştiri hakkından haberdardınız da, madem o kadar diliniz uzundu da, madem o kadar haksızlığa karşı susan dilsiz şeytan değildiniz de ne oldu şimdi de birde bire “bilinçli vatandaş” rolünü kaptınız, neden?
- Haklısın abi, şimdi sustum işte. Ne hımm diyeceğim ne de yaaa. Biz böyle iki yüzlü oldukça, sesimizi duyurma iddiasındakiler yalakalık rekoru kırdıkça, entel geçinenler dantelci olunca, kılavuzumuz kargaysa bizim konuşmamız israftan başka bir şey değildir. Sustum abim sustum, ahirete kadar sustum. Susturuldum abim susturuldum, şuurlu bir Müslüman olamadığım, hakkımı arayamadığım, kula kulluk ettiğimiz için susturuldum. Biz böyle yanar-döner olduğumuz sürece, kibirden, enaniyetten, hasedten, riyadan, fuhuştan, kumardan başka bir şeye fırsat bulamadığımız sürece daha çok eziliriz. Haklısın be abim.
- Bana bak bana. Öyle fakir edebiyatını süsleyip, imalı laflar sokup, bizi madara edip kendini rahatlattığını sanıyorsan fena halde yanılırsın. IP’im belli olmasın diye kafelerden yazmakla, lafı dolaştırıp, söyleyeceklerini makyajlamakla görev mi yaptım zannediyorsun. Yazacaksan adam gibi çık yaz. Eleştir hak eden noktanoktaları.
- Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok. Bu kadarını da yazmazsam yok olurum yok! Hadi bana eyvallah. Ağa babalarına, burnundan kıl aldırmayan yöneticilerine, demokrasi mümessillerine selam söyle. Ahrette görüşeceğiz. Bakalım orada ayrıcalık var mıymış!

Erdoğan’ın Ruhani Görüşmesi


Tayyip Erdoğan, mısır ziyaretleri sırasında Kıptilerin lideri Papa Şenuda ile
 Kahire’deki Kıpti katedralinde bir araya geldi. (Eylül 2011)
Yeni Anayasa


Kürsü İçin Birbirlerini Yiyen Vekiller



Ahmet Altan’dan Erdoğan’a Son Uyarısı

Bir çok yazısında Başbakan Erdoğan’ı sert bir dille eleştiren Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan, Erdoğan’ın bazı köşe yazarlarına hitaben söylediği, ‘Artık 25 kuruşa simit yok. Kusura bakmayın‘ sözlerine Hz. Adem’in yaşamıyla cevap verdi. Altan, ‘Hazreti Âdem’e cennet nasıl o haram meyveye dokunmamak koşuluyla verildiyse, AKP’ye de o tam iktidar onun hazzıyla sarhoşlaşmaması ve demokrasinin yolunu açması koşuluyla verildi. Ama korkarım ısırdığı yasak meyvenin hazzından kurtulamıyor. Bu günahta ısrar ederse cennetten kovulması da kaçınılmazdır.’ diye yazdı. İşte Altan’ın ‘Eksik demokraside tam iktidar’ başlıklı o yazısı:
AKP, Türkiye tarihinin en önemli mücadelelerinden birini verip orduyu siyasetin dışına itti.
Hem kendisi, hem de demokrasi için büyük bir zafer kazandı.
Ve durdu.
Gerçek ve tam bir demokrasiye giden yolun üstündeki kayayı kaldırıp yolu açtı ve artık son sürat gitmesi beklenirken birden bire olduğu yere çöktü.
Galiba bu partinin yöneticilerinin de, tabanının da aklındaki asıl büyük “amaç” bu kadardı, iktidarı askerden almak.
ASKERİ AKP’NİN ÖNÜNDE BİR ENGEL OLARAK GÖRÜYORDU DEMEKKİ
“Askerî vesayeti”, onlar AKP’nin iktidarlaşmasının önündeki engel olarak görüyorlardı anlaşılan, demokrasinin önündeki engel olarak değil.
Herhalde bu yüzden onlar için görev tamamlandı.
Bundan sonrasını kendi istekleri ve güçleriyle gitmeyecekmiş gibi gözüküyorlar.
Durdukları yerden memnunlar.
Askerî tehdidin bulunmadığı, demokrasisi eksik bir ülkede iktidar olmanın verdiği büyük güç, galiba onlara bu noktadan daha iyisi olmaz dedirtiyor.
GÜÇLÜ ADAM OLMANIN HARAM MEYVESİNİ ISIRMIŞ
Sağlam bir ekonomi, halkın büyük desteğiyle güçlü adam olmanın haram meyvesini ısırmış ve aldığı hazdan mest olmuş bir başbakan, hiç kimsenin, hiçbir biçimde zorlamadığı sonsuz bir iktidar.
Daha ne olsun?
Hazreti Âdem de cennette elmayı ısırdığında böyle düşünmüş olmalı, “daha ne olsun ki”, bunu düşündükten hemen sonra kendini dünyada bulduğunu biz kitaplardan okuduk.
LEZZETLİ OLDUĞU KADAR TEHLİKELİ VE DE YASAKTIR
Eksik demokraside tam iktidar da çok lezzetli, çok lezzetli olduğu kadar da tehlikeli ve yasak bir meyvedir.
Hazreti Âdem’e cennet nasıl o haram meyveye dokunmamak koşuluyla verildiyse, AKP’ye de o tam iktidar onun hazzıyla sarhoşlaşmaması ve demokrasinin yolunu açması koşuluyla verildi.
O haram meyvenin tadını çıkarmaya kalktığında, başta ekonomi olmak üzere her şeyin altüst olduğunu, o sağlam iktidarın sallandığını görür.
AKP hükümeti, içte ve dışta büyük desteğini Müslümanlıkla demokrasi arasında kuvvetli bir bağ kurmasına, Cumhuriyet boyunca aşağılanmış halkın dinî hassasiyetlerini saygıyla sahiplenip, bu halkı demokrasiye ve huzurlu bir konuma taşıma vaadine borçlu.
Bu sihirli formülden demokrasiyi çıkarttığınızda geriye sadece dindarlık ve ezilmiş halkın öfkesini sömürerek pekiştirilmiş bir iktidar kalır.
O ZAMAN SURİYE LİBYA POLİTİKALARINI AÇIKLAYAMAZSINIZ
O zaman demokrasi ve insan hakları çerçevesinde kurduğunuz Gazze, Suriye, Libya politikalarını dünyaya açıklayamazsınız.
İsrail kadar şiddet düşkünü, Esad kadar despot olursunuz.
İçerde ise demokrasiden uzaklaşmak, başta ordu olmak üzere demokrasi dışı bir yönetimde her zaman siyasi iktidara rakip olan eski devlet güçlerine büyük bir rekabet alanı açar.
Yarattığınız baskı, önce Kürtlerde daha sonra da toplumun diğer kesimlerinde huzursuzluğa, kuşkuya, güvensizliğe neden olur.
Şiddet, kendine akacağı geniş bir mecra bulur.
BU ÜLKENİN SİLAHLI GÜÇLERİNE BAĞLILIĞINIZ ARTAR
“Ben şiddeti şiddetle ezerim, demokrasiyle çözmeye gerek yok” dediğinizde, o şiddeti uygulayacak olanlara, bu ülkenin silahlı güçlerine bağımlılığınız artar.
Bir bakarsınız ki Kıbrıs konusunda, on yıl öncesinin darbeci orgenerallerinin tezlerini tekrarlamaya başlamışsınız.
İktidar, gittikçe hastalıklı bir hale gelmeye başlayan özgüvenini, muhalefetin zayıflığına ve büyük bir savaş çıkartacağım derken durduk yerde kendini ezdiren PKK’nın akılsızca hamlelerine borçlu.
Çok haklı ve meşru taleplere sahip Kürt siyasetinin kendini PKK yönetiminin şaşkın politikalarına tutsak etmesi, Kürt halkının değil PKK’nın savunucusu haline gelmesi, Kürt halkının haklarını geriye itmesi, bu hareketi her gün biraz daha gerçek muhalefet olmaktan uzaklaştırıyor.
Büyük bir potansiyele ve gerçek bir hayatiyete sahip Kürt hareketi, kendi içine kaçarak büzüşüyor, AKP’ye sonsuz bir iktidar alanı bağışlıyor.
AKP ise bu büyük alanı ve gücü, ülkeyi demokrasiye götürmek için değil, durduğu yerde mümkün olduğunca uzun durabilmek için kullanıyor.
Başbakan’dan sadece ezeriz, çizeriz laflarını duyuyoruz ama Kürtlerin talepleriyle ilgili tek kelime etmiyor, Almanya’daki Türklerin anadillerine sahip çıkıyor ama kendi ülkesinin Kürt vatandaşlarının anadil hakkına sahip çıkmıyor.
Böylesine bir rekabetsizlik, olağanüstü bir böbürlenmeye neden oluyor ama aynı zamanda korkunç da bir atalet yaratıyor, Van’daki depremden sonra insanlar bu ataletten dolayı ölüyor.
İktidar, toplumun devleti denetleyeceği, bütün vatandaşlarının eşit olduğu, siyaset yolunun açık tutulduğu, her türlü fikrin ifade edildiği bir ülke kuramazsa, sonunda bu halk huzuru ve güveni kaybeder, güvensizlik ekonominin de temellerini çatlatır.
BU GÜNAHTAN ISRAR EDERSE CENNETTEN KOVULMASI KAÇINILMAZDI
AKP, çok başarılı bir geçmişe ve tarihin en büyük fırsatlarından birine sahip.
“Eksik demokraside tam iktidar” formülünden “tam demokraside tam iktidar” formülüne geçebilirse, hem kendi iktidarını sağlamlaştırır, hem de ülkeyi daha hızlı kalkındırır.
Ama korkarım ısırdığı yasak meyvenin hazzından kurtulamıyor.
Bu günahta ısrar ederse cennetten kovulması da kaçınılmazdır
 

AKP ve Böşörtüsü

AKP tam dokuz yıldır iktidarda.
Geçen yılki referandumda halktan aldığı yüzde elli yedi destekle de Cumhuriyet tarihinin gerçekten muktedir ilk siyasi partisi oldu.
Askeriyenin ve yargının vesayeti çok önemli ölçüde kırıldı.
Hatta o kadar kırıldı ki özellikle son Deniz Feneri savcıları olayında olduğu gibi “yargıda AKP vesayeti” mi başladı kuşkularını arttıracak durumlar ortaya çıktı.
Peki, AKP bu “tam teşekküllü” iktidarı nasıl kullanıyor?
Bence iyi kullanmıyor.
Hiçbir büyük sorunda kalıcı çözümler sağlayacak kesin adımlar atmıyor.
Sorunları çözmek için bir “niyet beyanında” bulunuyor ama bu niyeti hayata geçirecek hamleyi yapmıyor.
“Siz zamanlamayı bana bırakın, ben en iyisini biliyorum” havasında kimsenin kendine karışmamasını, sıkıştırmamasını istiyor.
Bütün iktidarlar bunu ister.
Ama demokrasilerde iktidarların böyle bir lüksü yoktur, yapması gerekeni yapmadığı zaman muhalefet onu sıkıştırır.
Şimdi muhalefet o “uzun süren” uykusundan uyanmaya başlıyor.
BDP, fevkalade şık bir siyasi çıkışla “Meclis’te başörtüsünün serbest” olmasını teklif etti.
AKP’nin isteksizliğini fark eden MHP de hemen hareketlendi ve “ben varım” dedi.
Asla uzlaşamaz gibi görünen iki, parti “başörtüsü” konusunda uzlaştı.
AKP “he” dese Meclis’te başörtüsü yasağı kalkacak.
Ama AKP’de bir isteksizlik, bir kıvranma hâli var.
AKP’nin en esaslı adamlarından biri olan Hüseyin Çelik bile, “Başörtüsü için düzenlemeye gerek yok ki Meclis’te isteyen zaten başörtüsü takar” diyor.

Eğer öyleyse niye sizin bir tane bile başörtülü milletvekiliniz yok?
Başörtüsü takan kadınlara karşı olduğunuz için mi başörtülü aday gösterip Meclis’e sokmadınız?
Varlığının büyük bölümünü “başörtüsü yasağının” kalkmasına harcamış hatta “başörtüsü” yasasını çıkartacağım derken 2007′de söz verdiği yeni anayasayı çöpe atmak zorunda kalmış AKP, lafı dolaştırıyor ama muhalefetin bu önerisine “hadi yapalım” diye kararlı bir cevap veremiyor.
Niye?
Devlet değişip çağdaşlaşırken, bizim “eski devletin hassasiyetini” bundan böyle askerler ve yargıçlar değil de AKP mi koruyacak?
Kemalizm’in AKP versiyonunu mu yaşayacağız?
Niye başörtüsünün önünü açmıyor?
BDP önerdi diye mi?
E, kendisi önerseydi.
O önermekten korkarsa, korkmayan biri çıkar o önerir.
AKP’nin cesaretini toplamasını mı bekleyecek bu ülke sorunlarını çözebilmek için?
Başörtüsü yasağını sürdürmenin anlamı ne, muhafazakârlar destekliyor, Kürtler destekliyor, milliyetçiler destekliyor, demokratlar destekliyor, AKP kimden korkuyor?
Meclis’te başörtüsü özgürlüğü, üniversitelerde ve kamuda da başörtüsü serbestîsinin öncülüğünü yapacaktır.
Öyle de olması gerekir, kamuda sadece “hademelerin” başörtüsü takabildiği bir devletten, isteyen her görevlinin başörtüsü takabileceği gerçek ve normal bir devlete dönüşmenin zamanı gelmedi mi hâlâ?
Gerçeklerin üstünü örtmeyi sürdürmek şimdi AKP’ye mi düşüyor?
Bakın, bu ülkede isteyen istediği gibi giyinecek, bu ülkenin her vatandaşı kendi devletinde çalışma hakkına sahip olacak, Kürtler çocuklarını isterlerse anadillerinde eğitebilecek, cemevleri Alevilerin ibadethanesi olarak kabul edilecek.
Bunları geciktirmenin bir anlamı yok.
Terör Yasası da, Siyasi Partiler Yasası da, buna benzer diğer saçma sapan yasalar da değişmek zorunda kalacak.
CHP’nin bile “Anayasada Türklük yerine yurttaşlık terimini kullanalım” dediği bir çağdayız, AKP’nin değişimi yapmadan sadece “değişimi isteyerek” bile diğerlerinden farklılaştığı dönem sona eriyor.
AKP’nin de bu değişimleri gerçekleştirmemek için hiçbir mazereti kalmıyor.
Bütün şartlar müsaitken bir türlü cesaretlerini toplayıp ciddi hamleler yapamayan AKP yönetimi, bunları yapabilmek için kendilerine bir dokuz yıl daha gerektiğini mi düşünüyor?
Onlar öyle düşünebilirler ama emin olsunlar ki bu ülkenin değişimsiz bir dokuz aya bile tahammülü yok.

(Ahmet Altan, Taraf, Ekim 2011)

2011 Seçimlerinde AKP’nin Tek Türbanlı Adayı Gülderen Gültekin Antalya’dan 13. Sıradaydı

Erbakan’ın Kızından Ampul Benzetmesi

Saadet Partisi lideri merhum Necmettin Erbakan‘ın kızı Elif Erbakan Altınöz, AK Parti’ye “Ampule üşüşen sinekler gibi menfaatlerimizin peşinden gidenlerden olmadık” sözleriyle yüklendi. Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi Elif Erbakan Altınöz, kadın kollarınca düzenlenen etkinlikte konuştu. Babası Necmettin Erbakan‘ı 3 ay önce kaybettiklerini anımsatan Elif Erbakan, şöyle konuştu:

“Sizlerle aynı acıyı paylaşıyoruz. Sadece kan bağıyla bağlı olduğumuz babamızı değil, sizin gibi davamızın liderini kaybettik. Büyük acı yaşadık ama acının ardından baktığımızda şükrolsun ki kendisin sağlığında kendisinin gözünün içine baka baka ihanet edenlerden olmadık elhamdülillah. Bizim için en büyük teselli kaynağı budur. Bu çatının altında kalanlar, hala her türlü zorluğa rağmen, bu çatının altında bulunanlar gerçek sadıklardandır. Gitmedik ve gitmeyeceğiz. Peki neden inatla hala burada durmaya devam ediyoruz? Dünya menfaatleri elde edeceğimiz halde, tabirimi mazur görün ki bir grup ışığa, ampule üşüşen sinekler gibi menfaatlerimizin peşinden gidenlerden olmadık da neden hala buradayız? Bunun cevabı yaşantımızın gayesidir. Bize neden sürekli AKP’yi eleştiriyorsunuz, önceden birlikte çalışmadınız mı diyorlar. Babama sorduklarında ‘Onları seviyorum ama vatanımızı daha çok seviyorum‘ demişti”